Hakkımızda

AĞIR AĞIR GEÇEN ÇEYREK ASIR

Çeyrek asır önce çoğu Ankara ve İstanbul'da olmak üzere pek çok şehirde yaşayan ve Ateş Hırsızı dergisini yayımlayan küçük bir anarşist çevreydik. Bizden önce, seksenli yıllardan itibaren otorite ve tahakküm sistemine karşı her fırsatta sözleriyle, yazılarıyla, pratikleriyle sesini yükseltmiş anarşistler vardı. Kaos Yayınları’nı onlardan aldığımız feyiz ile 1994 yılında İstanbul’da kurduk. Amacımız anarşizmin iki yüzyıla yayılan düşünce ve mücadele geleneğinin temel eserlerini doğru ve titiz bir çeviriyle okura tanıtmak ve sunmaktı.

Vikipedi, Kaos Yayınları’nı Gazi Bertal ile Zelha Cangi’nin kurduğunu yazar. Bu eksik bilgiyi tamamlamak gerek. Adı geçenler Yayınevinin mutfak ve servis bölümünde oldukları için hep göz önünde olanlar. Oysa görüş açısının dışında kalan, Vikipedi’nin de isimlerini varlıklarını bilmediği on-on beş kişinin daha, az ya da çok emekleri katkıları olmasa Kaos Yayınları olmazdı. Olsa da devam edemezdi. Kısacası Yayınevi, Ateş Hırsızı çevresinde oluşmuş o küçük anarşist grubun çabalarıyla vücut buldu.

Türkiye’deki geçmişi yüz yıl kadar geriye giden sol hareketin etkin varlığına karşın anarşizm ancak 1980’li yılların sonlarına doğru taraftar bulabildi. O tarihten itibaren memleket için yeni, zamanı için radikal çıkışlarıyla ufuk açıcı pek çok yazının yer aldığı bir takım dergiler, broşürler yayımlandı. Doğası gereği her yayın yeni bir ihtiyaç doğurdu. Sayfa sayısı nedeniyle sınırlayıcı ve nispeten geçici olan periyodik yayıncılığın yanı sıra kitap yayıncılığı işte bu ihtiyaçtan doğdu.

Türkiye’de düşünce yayıncılığının handikapları az çok tahmin edilir. Ancak anarşist düşünce söz konusu olduğunda bu handikaplara bir de yüz yıldır aşılamayan önyargılar eklenir. Teröre anarşi denen bir memlekette Kaos ismiyle yayın ve düşünce alanında boy göstermek Kropotkin’in deyişiyle “katı önyargılar ormanında baltayla gezmek”ten farksızdı. Otorite ve tahakküm kültürü, tıpkı anarşi kavramı gibi kaos kavramını da her türlü melanetin üşüştüğü düzensizlik, başıbozukluk, insanların birbirini boğazladığı bir dehşet ve kargaşa panoraması olarak tanımlıyordu. Biz bu tanımı reddettik, reddediyoruz! Hayır kaos düzensizlik ya da kargaşa değil kâinatın doğal düzeni, ahengi, ruhu ve yaşam çemberidir. Toplumsal hayatta ise ifadesini efendisi olmayan eşit ve özgür toplumda bulur. Pek çok tabu gibi, hemen herkesin neredeyse elbirliğiyle tartışma dışı tuttuğu anarşi ve kaos algısı bugün bilim çevrelerinin yanı sıra karşıtlarımız tarafından bile zaman zaman olumlanmaya, pozitif bilimlerdeki anlamıyla anlaşılmaya başladıysa bunda bizim de bir nebze payımız olduğu muhakkak. Anlayacağın sevgili okur, telaşa mahâl yok: “Yalnız ve güzel ülkemiz” yazık ki kaosa sürüklenmiyor! Ama Kaos, bütün bir yaşamı kendi dar zaviyelerine sıkıştırmaya çalışan akılları imkânlar elverdiğince karıştırıyor.

Reklam mı Duyuru mu?

Yayının kültürel tüketim nesnesi hâline gelmesi elbette günümüz yayıncılığının en önemli sorunlarından biri. Kapitalist sistemin öteki sektörleri gibi yayıncılık da talep oluşturma ve aşırı üretim ivmesiyle büyük bir endüstri kolu hâline geldi. Kitap üretim ve tüketimindeki hız ve teknolojik değişim, Bab-ı Âli’de başlayıp yakın geçmişe kadar devam eden o eski yayın anlayışı ve tarzını bitirdi. Medyaya tümüyle entegre olarak sürümünü arttıran sektör, yakın geçmişle kıyaslanamayacak çapta bir tüketim ve rekabet alanı yarattı. Yayıncılığın bu sektörel “gelişimine” bağlı olarak kültürel ortamın ihtiyaç duyduğu kitabın yerini, kültürel pazarın dayattığı emtia üretimi aldı. Nitekim artık okuyucusunda kalıcı bir iz bırakmayan, yayıncısı, yazarı ve hatta adı iki günde unutulan ürünler kültür pazarına art arda boca ediliyor. On binlercesi bir haftada pazarlanıp tüketilen medyatik yazarların eserleriyle daha da kızışan bu rekabet ortamında kitabı söz gelimi kâğıt mendilden ayıran şey çoğu kez yazarın önünde uzadıkça uzayan imza ve selfi kuyrukları değil; ikincisinin, okurun o an duyduğu gerçek bir ihtiyacını karşılaması. 

Elbette bütün bunlar reklam ve pazarlama tekniklerinin marifetiyle gerçekleşiyor. Reklam aracılığıyla “ihtiyaç yaratma” ile duyuru aracılığıyla “haberdar kılma”yı birbirinden ayırmak gerek. Reklam sansasyonel ve yanıltıcıdır; duyuru ise –manipülasyon içermediği sürece yani nerede ve nasıl yapıldığına bağlı olarak– takdim edici ve tanıtıcı. İhtiyaç yaratmaya dönük reklamın her türlüsüne bu nedenle karşıyız. Nitekim, yalnızca kitapla ilgili süreli yayınlardaki ya da sosyal medyadaki duyuru imkânlarından yararlanıyoruz; o da teknolojiyle karşılıklı husumetimiz elverdiğince.

Gelelim Kaos’un yayın hızına… Yayın yapmaya başladığımızda önümüzde iki seçenek vardı. Ya işbölümü ve uzmanlaşmaya dayalı bu üretim çarkına uyarak ücretli eleman istihdam edecek, giderek profesyonelleşecek ve böylece bizi yayın yapmaya sevk eden ideallerimize ters bir yaşam sürecektik; ya da savunduğumuz gibi, yaşamımızın bir parçası olarak temizliğinden sekreterliğine, hamallığından editörlüğüne, yapabildiğimiz her şeyi kendimiz yapacak, beceremediğimiz yerde gönüllü ya da ücretli destek alacaktık. Anarşiye yakışanı elbette ikincisiydi. Biz de öyle yaptık.

Sonuç olarak, anarşist düşünce ekseninde yayın yapan Kaos’un çeyrek asırlık yayın seyri, eski çağların el yazması ya da yakın geçmişteki taş baskı tekniğiyle yapılan yayıncılıkla hemen hemen aynı hızda. Düşünün! Kaos çeyrek asır boyunca 4 ayrı periyodik yayın ile ancak 50’ye yakın kitap yayımlayabildi. Şık olsun diye kimileri buna butik yayıncılık demekte. Biz buna değil butik, yayıncılık demekten bile kimi zaman imtina ediyoruz –çünkü yaşamımızın bir parçası olarak yaptığımız şeyi yayıncılık, kendimizi de yayıncı olarak görmüyoruz, bir nevi yaşarken yayın da yapıyoruz. Kaos’un 25 yıllık ürünleri arasında Proudhon, Stirner, Bakunin, Tolstoy, Morris, Kropotkin, Malatesta, E. Goldman, Rocker, Bookchin, Perlman, Zerzan, Kaczynski gibi anarşist ya da anarşizmin esin kaynağı olan düşünür, tarihçi, yazar ve aktivistlerin eserleri sayılabilir. Bir de bunlar kadar önemli, bilge bir çiftçi olan Fukuoka’nın, tarım ve doğal hayata yönelişin rehberi niteliğindeki eserlerini unutmamalı. Ne mutlu ki, onun tarıma ve doğal yaşama getirdiği yepyeni bakış bu topraklarda da karşılık buldu ve gün geçtikçe yayılıyor. 

Yayın hızımız böyle olunca genelde çeviri eserler yayımlayan bir yayınevi olarak çeviriler üzerinde hakkıyla çalışma fırsatımız oldu.  Kimi zaman okurlarımız beklemekten yorulsa da, biz bir çeviriyi içimize sinmeden yayımlamadık. Zaten gerek yayın yaptığımız alan, gerek popüler yayıncılıktan kaçınmamız sebebiyle kitap satışlarımız sınırlıydı ve işinin ehli çevirmenler tarafından pek tercih edilmiyorduk. Gerçi memlekette sayıları gayet az olduğundan masalarının üstü her zaman çevrilmek üzere sırasını bekleyen kitaplarla doluydu. Biz de işinin ehli çevirmen eksiğini, gelen çeviriler üzerinde inceden inceye, gönlümüzce çalışarak telafi ettik.   

Neticede az ama isabetli kitaplar yayımlamaya özen göstersek de eksikliğini hissettiğimiz ve okurun da sık sık sorduğu bazı klasik metinleri henüz yayımlayamadık. Yine aynı şekilde, yeterince çocuk kitabı yayımlamamış olmamız da önemli eksiklerimizden biri. Yayınlarımızı izleyen okur çevresinden sık sık “çocuk kitabı” talepleriyle karşılaşıyoruz. Türkiye’de az da olsa çocuk sahibi liberter, anti otoriter bir nüfus var. Ne yazık ki milliyetçi ve muhafazakâr eğitim çarkları gelişme çağındaki çocukları birer mümin nefere dönüştürmekte.  

Yayın çizgimize gelince; her ne kadar bir politik dergi çevresinde bir araya gelmiş kişiler olarak bizden çizgi yayıncılığı beklense de, her kitapla bir kez daha iman tazeleyen ideolojik yayıncılığı tercih etmedik. Bunda anarşizm üzerine yayın yapan tek yayınevi olmanın getirdiği sorumluluğun da bir payı var elbet. Ama bilhassa, anarşizmin bütün ekollerinin birbirini besleyip zenginleştirdiği fikrinden hareketle, bütün eğilimlere hitap etmeye gayret ettik. Evet, basım kapasitemiz sınırlı ama anti militarizm, kadın hareketi, özgürlükçü anti otoriter düşünce eserleri ve pratikleri her zaman yayın skalamızdaki önemini korumakta. Keza, doğal çevre ve ekolojik yaşam savunurlarının özgürleştirici kırsal pratiklerini yansıtan çalışmalar da yayın gündemimizde. 

Gelelim ekonomimize. Yayınevi olarak borçlanarak, yani geleceğimizi ipotek ederek yayın yapmaktan her zaman kaçındık. Hiç borçlanmama diye bir şey elbette mümkün değildi; nitekim hazırlığından basımına gayet maliyetli olan yayın işini 25 yıldır –hele de– sermayesiz sürdürmek, ancak kısa dönemli, sınırlı bir borçlanmayla mümkündü. Kitap fuarları ağır kira bedelleriyle belimizi bükse de, bize bu imkânı sağladı. Her fuar öncesinde bir kitap basarak satışın getirisiyle hem yeni bir kitabın, hem de yeniden basımını yaptığımız bir kitabın masraflarını karşıladık. Bu arada matbaamızı ve kâğıtçımızı da anmadan geçmek istemeyiz. Olduğunda verdiğimizi bilerek bizi ödeme konusunda darlamadılar. Biz de onları çok yormamaya çalıştık. Müteşekkiriz. 

Kaynak kitaplar olmaları nedeniyle kitaplarımızın “peynir-ekmek gibi” satmadığı bir gerçek. Eh, memleketimizin siyasî asabiyeti de kitap satışını etkilemekte. Ne yazık ki hiçbir zaman bütünüyle özgür olmayan düşünce ve kültür sahamız, son yıllarda giderek daha da ağırlaşan bir baskı altında. Ufuk açıcı tartışma ve polemiğin yol açtığı hoş rekabet bir yana, özgür ve özgün sesler, farklılıklar, delifişek görüşler her gün nobran, nadan ve haris yöneticilerin faşizan zorbalıklarıyla yüz yüze kalıyor. Hiç kimsenin esas fikrini söyleyemediği, sözünü sakındığı bir siyasal ve toplumsal yutkunma devrindeyiz. 

İşte bu koşullarda yayın çalışmalarımızı sürdürebilmek giderek zorlaşıyor. Sitemizden doğrudan satış yoluna gitmemizin sebebi de bu. Böylelikle, hayat olağanüstü alt üst edişlerle çalışmalarımızı engellemedikçe isabetli kitaplar yayımlamaya devam edebileceğiz. 

Her zaman yanı başımızda varlıklarını hissettiğimiz, özgür bir dünya arzusunu yüreklerinde taşıyan, sevgi ve dayanışmalarını esirgemeyen dostlarımıza okurlarımıza gönülden teşekkür ederiz.

Kapat